20 Günlük Deyimler: Bilmeniz Gerekenler
Günlük dilimizde sık sık kullandığımız ifadeler, dilin zenginliğini ve renkliliğini yansıtır. Bu ifadeler, sadece kelime kelime çevrilerek anlaşılamayabilir; çünkü her biri belirli bir anlam taşır ve genellikle kendi içinde bir hikaye barındırır. İşte, günlük yaşamda sıkça duyabileceğiniz 20 deyim ve kullanımları:
1) Cut corners (işin kolayına kaçmak)
Gerçek Anlamı: Köşeleri kesmek
Mecaz Anlamı:
Bir işi düşük maliyetle veya yetersiz bir şekilde yapmak.
Kullanımı:
- She always cuts corners when it comes to her assignments. (Görevlerine gelince her zaman işin kolayına kaçar.)
- Don't cut corners when you're writing your report. (Raporunuzu yazarken işin kolayına kaçmayın.)
2) Hit the nail on the head (tam isabet etmek)
Gerçek Anlamı: Çiviyi kafasına vurmak
Mecaz Anlamı:
Doğruyu tam olarak ifade etmek veya bir sorunu doğru şekilde tanımlamak.
Kullanımı:
- Sarah hit the nail on the head with her analysis of the situation. (Sarah, durumu analizinde tam isabeti vurdu.)
- I think you've hit the nail on the head with your suggestion. (Önerinizle tam isabet noktayı vurduğunuzu düşünüyorum.)
3) Break the ice: (Buzu kırmak)
Gerçek anlamı: Buzu kırmak
Anlamı:
İki insan arasında gerginliği veya çekingenliği azaltmak için bir başlangıç yapmak.
Kullanımı:
- John told a joke to break the ice at the meeting. (John, toplantıda buzları kırmak için bir şaka yaptı.)
- Asking about the weather is a good way to break the ice in a conversation. (Hava durumu hakkında sormak, bir konuşmada buzları kırmak için iyi bir yoldur.)
4) Bury the hatchet (kılıcı kınına koymak)
Gerçek anlamı: Baltayı gömmek
Anlamı:
Bir anlaşmazlığı veya düşmanlığı sona erdirmek ve barış yapmak.
Kullanımı:
- After years of fighting, they finally decided to bury the hatchet. (Yıllarca süren kavganın ardından nihayet işleri yoluna koymaya karar verdiler.)
- It's time for us to bury the hatchet and move forward. (Artık kavgayı sonlandırıp ileriye bakma zamanı geldi.)
5)Bite the bullet (dişini sıkmak)
Gerçek anlamı: Kurşunu ısırmak
Anlamı:
Zor bir durumla başa çıkmak için cesaret göstermek veya dayanmak.
Kullanımı:
- Jane knew she had to bite the bullet and tell her boss the truth. (Jane, patronuna gerçeği söylemek zorunda olduğunu biliyordu.)
- It's going to be tough, but we'll just have to bite the bullet and do it. (Zor olacak ama dayanıp yapmak zorunda kalacağız.)
6) Costs an arm and a leg (bir servete mal olmak)
Gerçek anlamı: Bir kol ve bir bacak tutar
Anlamı:
Çok fazla para harcamak veya çok pahalı olmak.
Kullanımı:
- That new designer purse must have cost her an arm and a leg. (O yeni tasarımcı çanta ona bir servet tutmuş olmalı.)
- I'd love to travel more, but it always costs an arm and a leg. (Daha çok seyahat etmek isterim ama her zaman bir servet tutuyor.)
7) Break a leg (şeytanın bacağını kırmak)
Gerçek anlamı: Bacağını kır.
Anlamı:
Bir performans öncesi şans dileği olarak kullanılır.
Kullanımı:
- Break a leg! I know you'll do great in the audition. (Şeytanın bacağını kır! Seçmelerde harika yapacağını biliyorum.)
- Everyone in the cast wished each other good luck by saying, "Break a leg!" (Oyuncu kadrosundaki herkes, "Şeytanın bacağını kır!" diyerek birbirlerine iyi şanslar diledi.)
8) Burn the midnight oil (geceyi gündüze katmak)
Gerçek anlamı: Gece yarısı mumu yakmak.
Anlamı:
Gece geç saatlere kadar çalışmak veya çalışmak.
Kullanımı:
- I have a big exam tomorrow, so I'll be burning the midnight oil tonight. (Yarın büyük bir sınavım var, bu yüzden bu gece fena halde ders çalışacağım.)
- Entrepreneurs often burn the midnight oil to get their businesses off the ground. (Girişimciler genellikle işlerini rayına sokmak için gece yarılarına kadar çalışırlar.)
9) A piece of cake (çocuk oyuncağı olmak)
Gerçek anlamı: Bir dilim kek
Anlamı:
Çok kolay veya zahmetsiz bir şey.
Kullanımı:
- Don't worry, this project will be a piece of cake for you. (Endişelenme, bu proje senin için çocuk oyuncağı olacak.)
- Sarah is so talented, that test was a piece of cake for her. (Sarah o kadar yetenekli ki, o test onun için çocuk oyuncağıydı.)
10) Hit the sack: (uyumaya gitmek)
Gerçek anlamı: Çuvala vurmak
Anlamı:
Yatağa gitmek veya uyumak.
Kullanımı:
- I'm exhausted, I'm going to hit the sack early tonight. (Çok yorgunum, bu gece erken yatağa gideceğim.)
- After a long day of hiking, we were all ready to hit the sack. (Uzun bir günün ardından yürüyüş yapmaktan hepimiz yatağa gitmeye hazırdık.)
11) Cry over spilled milk (geçmişteki talihsizliklerin üzerinde durmak)
Gerçek anlamı: Dökülen süt için ağlamak
Anlamı:
Geri dönüşü olmayan bir şey için üzülmek.
Kullanımı:
- Yes, you made a mistake, but there's no use crying over spilled milk. (Evet, hata yaptın ama boşuna üzülmenin de bir anlamı yok.)
- I know you're upset about what happened, but there's no point in crying over spilled milk now. (Olanlar hakkında üzgün olduğunu biliyorum, ama şimdi boşuna üzülmek de yok.)
12) Get/have cold feet (şüpheye düşmek)
Gerçek anlamı: Soğuk ayaklar almak.
Anlamı:
Bir şeyi yapmaktan vazgeçmek veya korkmak.
Kullanımı:
- Tom got cold feet and decided not to jump out of the airplane. (Tom cesaretini kaybetti ve uçaktan atlamamaya karar verdi.)
- It's normal to get cold feet before a big decision, but don't let fear stop you. (Büyük bir karar vermeden önce endişelenmek normaldir, ama korkunun seni durdurmasına izin verme.)
13) Kill two birds with one stone: (bir taşla iki kuş vurmak)
Gerçek anlamı: Bir taşla iki kuş öldürmek.
Anlamı: Tek bir eylemle iki farklı amaç elde etmek.
Kullanımı:
- By taking the train to work, I can kill two birds with one stone: save money and avoid traffic. (İşe trenle gitmekle iki kuşu bir taşla vurabilirim: para biriktiririm ve trafikten kaçınırım.)
- Let's have our meeting over lunch so we can kill two birds with one stone. (Öğle yemeğinde toplantımızı yapalım, böylece bir taşla iki kuş vurabiliriz.)
14) Let the cat out of the bag: (ağzındaki baklayı çıkarmak)
Gerçek anlamı: Çantadaki kedinin çıkmasına izin vermek.
Anlamı:
Gizli bir bilgiyi yanlışlıkla açıklamak.
Kullanımı:
- I accidentally let the cat out of the bag about Sarah's surprise party. (Sarah'nın sürpriz partisiyle ilgili kazara ağzımdan kaçırdım.)
- Be careful not to let the cat out of the bag about the new project until it's officially announced. (Yeni projeyle ilgili resmi olarak duyurulana kadar sırrı açığa çıkarmamaya dikkat et.)
15) A blessing in disguise: (her işte bir hayır vardır)
Gerçek anlamı: Gizli bir nimet.
Anlamı:
İlk başta kötü gibi görünen bir durumun sonunda iyi bir şeye dönüşmesi.
Kullanımı:
- Losing my job was a blessing in disguise because it pushed me to pursue my passion. (İşimi kaybetmek, aslında bir tür şanssızlık gibi görünse de, tutkumu takip etmem için beni ittiği için bir nevi hayırlı bir olaydı.)
- Sometimes, what seems like a setback can actually be a blessing in disguise. (Bazen, bir engel gibi görünen şey aslında gizli bir nimet olabilir.)
16) Don't judge a book by its cover: (dış görünüşüne göre yargılama)
Gerçek anlamı: Kapağına göre kitabı yargılama
Anlamı:
Bir kişiyi veya şeyi dış görünüşüne göre hızlıca yargılamamak.
Kullanımı:
- You might think he's unfriendly, but don't judge a book by its cover. (O, dostça olmadığını düşünebilirsiniz, ama dış görünüşüne göre yargılama.)
- The old car might not look like much, but don't judge a book by its cover—it runs like a dream. (Eski araba pek bir şey gibi gözükmeyebilir, ama dış görünüşüne göre yargılama—çok güzel çalışır.)
17) Burn bridges: (dönüş yollarını kapamak)
Gerçek anlamı:
Anlamı: Köprüleri yakmak.
Geçmişteki ilişkileri veya bağlantıları sona erdirmek, genellikle kalıcı bir şekilde.
Kullanımı:
- Quitting your job in anger might feel satisfying, but don't burn bridges—you never know when you'll need a reference. (İşinizi öfkeli bir şekilde bırakmak tatmin edici olabilir, ama dönüş yollarını kapama—bir referansa ihtiyacınız olacağını hiçbir zaman bilemezsiniz.)
- It's important not to burn bridges when leaving a company; you never know who you might cross paths with again. (Bir şirketten ayrılırken dönüş yollarını kapamak önemlidir; tekrar kiminle karşılaşacağınızı asla bilemezsiniz.)
18) Break the bank (cep yakmak)
Gerçek anlamı: Bankayı kırmak.
Anlamı:
Çok para harcamak veya bir hesabı aşmak.
Kullanımı:
- I'd love to buy that car, but it would break the bank. (O arabayı almayı çok isterim ama cebimi yakar.)
- Let's find a vacation that won't break the bank. (Cebimi yakmayacak bir tatil bulalım.)
19) Jump on the bandwagon: (çoğunluğa katılmak)
Gerçek anlamı: Kamyoneti üzerine atlamak.
Anlamı: Popüler olan bir şeye katılmak veya ona dahil olmak.
Kullanımı:
- After the team won the championship, everyone started jumping on the bandwagon and supporting them. (Takım şampiyon olduğunda, herkes birden desteklemeye başladı.)
- Don't just jump on the bandwagon because something is popular; make sure it aligns with your values. (Bir şey popüler olduğu için sırf akıma kapılmayın; değerlerinizle uyumlu olduğundan emin olun.)
20) In the same boat: (aynı gemide)
Gerçek anlamı: Aynı teknede.
Anlamı:
Aynı durumda veya sorunda olmak.
Kullanımı:
- We're all in the same boat when it comes to dealing with the new regulations. (Yeni düzenlemelerle başa çıkmak konusunda hepimiz aynı gemideyiz.)
- Don't worry, we're in the same boat—I'll help you figure it out. (Endişelenme, aynı gemideyiz — senin için çözüm bulmaya yardımcı olacağım.)
Bu ifadeler günlük dilde sıkça kullanıldığı için onları öğrenmek ve kullanmak, İngilizce dil becerilerinizi geliştirmenize yardımcı olacaktır. Unutmayın ki, pratik yapmak ve yeni ifadeleri sık sık kullanmak önemlidir. Siz de bu ifadeleri günlük hayatınızda kullanarak dil becerilerinizi geliştirebilirsiniz. Her gün birkaç ifadeyi kullanarak pratik yapın ve kısa sürede ifadeleri akıcı bir şekilde kullanır hale geleceksiniz. İyi şanslar ve başarılar!